Tefsirine Yönelik Çalışmaların
İran’da Hicrî 3. Yüzyıldan 14. Yüzyılın Sonuna Kadar Kur’ân-ı Kerîm’in Tefsirine Yönelik Çalışmaların Şekillenmesinde Etkili Olan Süreçler
DR. İBRÂHÎM FETHULLÂHÎ
ÖZET
İranlı âlimler, Hicrî birinci yüzyıldan itibaren; edebî ilimler, tarih, fıkıh, hadîs, tefsir, kelâm, felsefe ve irfan olmak üzere, çok sayıda İslâmî ilmin tesisinde oldukça önemli bir role sahiptiler. Sadr-ı İslâm’dan şimdiye dek, İranlı Müslüman âlimler tarafından özellikle Kur’ân-ı Kerîm tefsiri alanında, eser telif edilmeyen tek bir asır dahi yoktur. İslam dininin İran’da zuhurundan sonra, İranlıların potansiyelleri yeni bir ivme kazanmış ve sahip oldukları kabiliyetlere taze bir ruh bahşedilmiştir. Netice itibariyle İranlılar, İslam’a hizmet amacıyla çeşitli ilmî sahalarda çok sayıda ilmî ve kültürel şaheserler meydana getirmek suretiyle deha ve maharetlerini sergilemişlerdir. İranlı âlimlerin dikkatini çeken ilk ve en önemli konu, Kur’ân idi. Onların, İslam ile doğrudan alakası olan tefsir ve hadîs ilimlerine yönelik ilgileri, diğer birçok alandan/ilimden daha fazla idi. İranlıların Kur’ânî ilimler olan kırâat, tefsir ve hadîs alanlarında kaydettikleri ilerlemeler ve ulaştıkları neticeler, İslâmî kültürün filizlendiği asrın önemli bir bölümünü oluşturmaktaydı. İlmî merkezlerin coğrafî bakımdan ele alınmasıyla yapılacak tarihî bir inceleme, bizleri şu neticelere ulaştıracaktır: İslam’ın ilk asırlarında, asıl itibariyle en az iki ilmî merkez bulunmakta idi: Bu yerler Horasan ve Rey idi. Fer’î olarak da iki merkez mevcuttu. Bu merkezler de İsfahan ve Fars idi. Mezkur yerler, İran’da Kur’ân ilimleri alanında en önemli merkezler idiler. Bu bağlamda Horasan’ın, Kur’ân ilimleri alanındaki âlimlerin yetiştirilmesinde diğer merkezlere bir üstünlüğü söz konusu idi. Bu makalenin yazarı; hicrî üçüncü yüzyıldan on dördüncü yüzyılın sonuna dek İran coğrafyasında Kur’ân tefsiri yazımlarının tarihî seyrini incelemenin yanı sıra, tefsir ekollerinin ve metotlarının gelişim seyrini ve İranlı âlimlerin, tefsire yaklaşımlarında etkili olan fikrî akımları da araştırmayı hedeflemiştir. Bunlara ilave olarak, İran’da muhtelif tefsirlerin şekillendiği altın çağlar beyân edilmiş ve çeşitli tefsir topluluklarının teşkilini oluşturan zeminler masaya yatırılmıştır.
Anahtar Kelimeler: İran Tefsirleri, Horasan Tefsir Ekolü, Rey Tefsir Ekolü, İsfahan Tefsir Ekolü, Fars Tefsir Ekolü, Tefsir Toplulukları, Tefsirde Monografiler/Tefsir Monografileri.
GİRİŞ
İslam’ın zuhurundan sonra, İranlıların büyük bir kesimi İslam dinine yöneldiler ve böylece İslam, İran’da şaşırtıcı bir hızla yayıldı. Nitekim yirmi yıl gibi bir zaman zarfında Fırat kıyılarından Ceyhun nehrine, Sind taraflarından Harezm Denizi sahillerine kadar tüm İran platosunu şâmil oldu (Mutahharî, 1987, s. 387).
İranlı âlimler bu dönemden itibaren, Arap dilini öğrenip yaygınlaştırmaya başladılar. Onlar mukaddes ve dinî sâiklerle Arap diline hizmet yolunda çaba sarf ettiler. İranlılar, pak fıtratlı tüm Müslümanlar gibi, Arap dilini yalnızca Arap kavminin dili olarak görmüyorlardı. Zira hiçbir taassup göstermeksizin şevk, coşku ve fevkalâde bir alaka ile Arap dilini öğrenmeye, kayıt altına almaya/arşivlemeye ve tedvin etmeye başladılar (Mutahharî, 1987, s. 509). O kadar ki, İranlıların Arap diline olan hizmetlerinin, bizatihi Arapların, kendi dillerine olan hizmetlerinden daha fazla olduğu söylenebilir.
İran edebiyat tarihi hakkında dört cilt kitap kaleme alan İngiliz Ortadoğu uzmanı ve İranolog Edward Granville Browne (1862-1926) şöyle söylemiştir: “Genellikle Arapça isimlerle anılan tefsir, hadîs, ilâhiyât, felsefe, tıp, lügat, şerh-i hâl (biyografi) tercümeleri ve hatta Arap dilinin sarf ve nahvi gibi ilimlerde İranlıların ortaya koydukları çalışmaları bir kenara koyarsak, hakikatte bu ilimlerin en nitelikli kısımlarını ortadan kaldırmış oluruz.” (Browne, 1983, s. 97).
İranlıların, Kur’ân’a hizmet amacıyla Arapça’nın öğrenilmesinde ve yaygınlaştırılmasında gösterdikleri özen; Kâmûsü’l-Muhît’in müellifi Fîrûzâbâdî, Tâcü’l-Lügat ve Sihâhü’l-Arabiyye’nin müellifi Cevherî, Müfredâtü Elfâzi’l-Kur’ân’ın müellifi Râğıb İsfehânî, Furûkü’l-Lüğaviyye’nin müellifi Ebû Hilâl Asgerî ve son olarak Mekâyîsü’l-Lügat’in müellifi olan Ahmed bin Fârs gibi âlimlerin değerli ve nitelikli eserler meydana getirmelerini sağlamıştır.
Lügat âlimleri ve sözlük yazarları, bu eserleri telif etmelerindeki hedef ve niyetlerinin, Kur’ân-ı Kerîm’deki ve Rasûl (s.a.a)’ün sünnetindeki ifadelerin anlaşılmasına yardımcı olmak olduğunu açık bir şekilde zikretmişlerdir. Onlar birçok sözcüğün beyân ve meânîsinde Kur’ânî delillerden istifade etmişler; Kur’ân’ın tefsirine ve âyetlerdeki kelimelerin ve söz kalıplarının açıklanmasına yardımcı olan hususlara işaret etmişlerdir. Örneğin, Fîrûzâbâdî (h. 816/1329) Kâmûsü’l-Muhît adlı kitabını, İslâmî şeriatin kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm’in Arapça olmasından dolayı telif ettiğini belirtmiştir (Fîrûzâbâdî, h. 1403: Mukaddime).
Aynı şekilde birçok İranlı âlimin, belâgat ilminin yazım, tedvin ve tasnifindeki amaçları, Kur’ân-ı Mecîd’in icâzını ispatlamak ve Allah’ın kelâmının üstün ve aşkın boyutlarının anlaşılmasını sağlamaktır. Örneğin Ebû Hilâl Asgerî, Sınâateyn adlı kitabını kaleme alma amacının, Kur’ân-ı Kerîm’in icâzını belâgat yoluyla göstermek olduğunu belirtmiştir. O, mukaddimesinde şöyle yazmıştır: “Yüce Allah’ın bilinmesinden (marifetullah) sonra öğrenmeye en layık ilim, belâgat ve fesâhat ilimleridir. Çünkü bu ilimler yardımıyla Allah’ın Kitabı’nın icâzı âşikâr olmaktadır.” (Fethullâhî, 2010, s. 56)
Ehli Sünnet’in Sihâh-ı Sitte yazarları ve İmâmiyye Şiâsı’na ait Kütübü Erbaa’nın müellifleri olmak üzere, hadîs ilminin tüm büyük âlimleri İranlı idiler.
Ehli Sünnet’in; müfessirlerini, fakihlerini, muhaddislerini, mütekellimlerini, filozoflarını, ediplerini ve dil bilimcilerini temsil eden büyük âlimleri de İranlı idiler. Ehli Sünnet’in en büyük fakihi olan ve İmâm-ı Azam olarak anılan Ebû Hanîfe de bir İranlı idi. Ehli Sünnet’in en büyük muhaddisi olan Muhammed b. İsmail Buhari, İranlı idi. Aynı zamanda edebiyatçılardan Sîbeveyh, dil bilimcilerden Cevherî ve Fîrûzâbâdî, müfessirlerden Zemahşerî, mütekellimlerden Ebû Ubeyde ve Vâsıl b. Atâ da İranlı idiler (Mutahharî, 1987, s. 134).
Ebû Hanîfe Dînverî, İbn Kuteybe, Taberî, Belâzurî ve Ebu’l-Ferec İsfehânî gibi büyük tarihçiler İranlı idiler. Yedi kâriden (Kurrâ-i Seb’a) Nâfi, İbn Kesîr, Kesâyî ve Âsım adlı bu dört kişi de İranlı idi.
Aynı şekilde Kur’ân’ın büyük müfessirlerinden Beyzâvî, Şeyh Tabersî, Cârullah Zemahşerî, Fahri Râzî, Ebu’l-Fütûh Râzî, Taberî, Şeyh Tûsî, Meybudî gibi isimler, bu makaledeki biyografilerinde görüleceği üzere, İranlı’dırlar.
Daha önce de belirtildiği gibi, İslam’ın zuhurunun ilk yıllarında, İranlılar İslam dinine yönelen ilk milletler arasındaydılar. İranlı âlimlerin dikkatini çeken ilk ve en önemli konu Kur’ân idi. İranlıların tefsir ve hadîse gösterdikleri önem; Kur’ân ilimlerinde, kırâatte, tefsirde ve hadîste çok sayıda gelişme kaydedilmesini ve önemli sonuçlara ulaşılmasını sağladı. Bu çabalar, kapsamlılık ve ehemmiyetleri açısından İslamî kültürün filizlendiği asrın, önemi haiz bir bölümünü oluşturmaktaydı. İslam’ın ilk asırlarında, iki ilmî-coğrafî merkezin şekillenmesi -ki buralar, Kur’ân ilimleri alanında İran’daki en önemli merkezleri oluşturmaktaydılar- (Horasan ve Rey olmak üzere iki aslî; İsfahan ve Fars olmak üzere de iki fer’î odağı kapsamaktadır), bu konuyu doğrulamaktadır.
A- KUR’ÂN TEFSİRİNİN İRAN’DAKİ TARİHÎ SEYRİ
1.Hicrî I. Yüzyıl, İslam Kültürünün Şekillenmesinin İlk Merhaleleri
Tıpkı İbn Nedîm’in el-Fihrist adlı eserinde belirtildiği gibi, Selmân-ı Farsî, Peygamber (s.a.a)’in irtihalinden sonra Kur’ân tefsiri yazan ilk İranlı olarak zikredilebilir. Onun tefsirinin irfânî bir tarzda olduğu söylenir (İbn Nedîm, 1972, s. 254). Bu dönemde Selmân-ı Farsî’den başka, Tâvûs Yemenî adlı bir İranlı’nın ismine daha rastlanmaktadır. O, tefsirlerini Kur’ân’da da birçok defa açıklanan, dinlerin (aslında) bir oldukları teorisini dikkate alarak kaleme almıştır. Onun tefsiri, o zamanlar İran’ın bir parçası olan Yemen’de de, yazıldığı dönemden dört asır sonrasına dek istifade edilen tek tefsirdi (İbn Nedîm, 1972, s. 160).
2.Hicrî II. Yüzyıl (Kur’ân Tefsirinde Henüz Mezhebî Ekollerin/Düşüncelerin Etkili Olmayışı)
Hicrî yüzüncü yılden sonra yani İslamî (hicrî) ikinci asrın başlangıcından sonra tefsir ilminde Müslüman âlimlerin büyük çoğunluğunu İranlılar teşkil ediyordu. Burada önemi haiz nokta şudur: Hicrî birinci ve ikinci yüzyıllarda İran’daki Kur’ân tefsirleri dinî bir dokuya sahip olmayıp, kelâmî bir fırkanın ya da özel bir fıkhî mezhebin tesiri altında da değildi.
İkinci asrın önemli müfessirleri arasında Süleyman b. Mihrân A’meş gösterilebilir. O, bugünkü Tahran civarlarında bulunan Demâvend ahalisinden olup, çok hassas bir dönemde İslam dünyasının en büyük Kur’ân müfessirleri arasında yer almaktaydı. Rey şehrinde İranî-İslâmî ilimlerin temellerinin atılmasında büyük bir role sahipti (Mihrâbâdî, 2001, s. 133).
Bu dönemdeki bir diğer İranlı büyük müfessir de Mukâtil bin Selmân’dır. Onun Reyli veya Horasanlı olduğu konusunda tereddütler mevcuttur. O, A’meş’in muasırı olup, ondan daha meşhur idi. Hicrî 150 yılında vefat etmiştir. Şöhreti öyle bir derecedeydi ki, Ehli Sünnet’in dört büyük imamından biri olan Şâfiî, onun hakkında şöyle söylemiştir: “İnsanlar tefsir ilminde Mukâtil’e muhtaçtırlar.” (İbn Hallikân, 1986, c. 4, s. 341).
İslam’ın ilk asırlarındaki müfessirler arasında özel bir konum vardır ve bu konumun sahibi de Ebû Zekeriyâ Ferâ bin Yahyâ bin Ziyâd el-Akta’ Deylemî’dir (Corbin, 1975, s. 298). “El-Akta” lakabı, onun tefsir ilmindeki yüksek gücünün bir nişanesidir. Ferâ’dan sonra Kur’ân tefsirinde onun gibi birini bulabilmek mümkün değildir. Onun tefsirinin adı, el-Meânî’dir (Corbin, 1975, s. 299). O, Cuma günleri talebelerini çağırır ve âyetleri, birer birer okuyan bir kârinin huzurunda tefsir ederdi (İbn Hallikân, 1986, c. 3, s. 227).
İkinci asrın sona ermesinden önce, Kur’ân müfessirleri listesinde bir İranlı’ya daha rastlanmaktadır. O, Hüseyin bin Saîd Ahvâzî’dir. Hicrî ikinci asrın ikinci yarısında yaşamıştır (Sadr, 1991, s. 30). Onu, İslâmî ilimler ile Cündîşâpûr’dan etkilenen âlimler zümresi arasında bağlantı kuran bir köprü olarak farz etmek mümkündür. O, Kur’ân tefsirine ilave olarak diğer ilimlerde de belli bir birikime sahipti.
3.Hicrî III. Yüzyıl, Kelâmî Ve Fıkhî Tefsirlerin Şekillenmesi
Daha önce de belirtildiği üzere hicrî birinci ve ikinci asırlarda, İran’daki tefsirler dinî bir renge sahip değildi. Bu tefsirler, çeşitli kelâmî ve fıkhî mezheplerin görüşleri esasınca da telif edilmemişti. Müfessirlerin hedefi, yalnızca ilâhî kelâmın anlamını ve delâlet ettiği şeyleri bilmekti. Ama ikinci asrın sonlarından ve üçüncü asrın başlarından itibaren Ehli Sünnet ve İmâmiyye Şîası (Caferî mezhebindeki) müfessirlerinin her biri, kendi kelâmî ve fıkhî ekolüne göre müstakil tefsirler yazmışlardır. İran’daki Ehli Sünnet müfessirleri arasında, Şâfiî ve Hanefî müfessirler, diğer iki mezhebin müfessirlerinden daha önemlidirler. Elbette Ehli Sünnet müfessirleri de Şiî müfessirler gibi çoğunlukla/genellikle Horasan ve Rey mekteplerine bağlı idiler.
Bu dönem için en az beş büyük müfessirin ismi zikredilebilir. Söz konusu müfessirler, aynı zamanda bazı Şiî imamlarıyla da muasır idiler. Bunlar arasında; Ali bin Mehziyâr Ahvâzî, Muhammed bin Hasan bin Berkî ve Hâlid bin Hasan Berkî adlı üç müfessir, İmâm Rızâ aleyhi’s-selâm ile aynı dönemde yaşamışlardır (Frye, 1984, c. 4, s. 60).
Diğer iki kişiden biri, Ali bin İbrahim Kumî’dir. Hicrî 306 (918) yılında yaşamıştır. Diğeri ise İbn Bâbeviye lakaplı Ali bin Bâbeviye Kumî olup hicrî 323 (935) yılında vefat etmiştir (Şîrâzî, 1980, s. 89).
Hicrî üçüncü asırda İran’da birkaç büyük Sünnî müfessir daha bulunmaktaydı. Üçüncü asrın ilk ve en büyük Sünnî müfessiri Ebû Hâmid Mahmud bin Ahmed Ferecî Semerkandî’dir. Hicrî 208 (824) yılında dünyaya gelmiştir. Hicrî 250 (865) yılında vefat etmiştir (Wickens, 1982, s. 148). O dinî ilimlerde meşhur bir kimse idi. Tefsir, hadîs ve fıkıhta üstün bir kavrayış sahibi idi. Horasan mektebinde Ehli Sünnet’in dinî ilimlerinin temellerini atanlardan idi.
İran’daki bir diğer ilmî merkez, yani Rey de Horasan kafilesinden geri kalmamıştı. Ebû Yahyâ Cafer bin Muhammed Râzî Za’ferânî, Ehli Sünnet mezheplerinin en büyük Kur’ân müfessirlerindendir. Süyûtî onu İmâmü’l-Müfessirîn (Müfessirlerin imamı) olarak adlandırmıştır. Hicrî 279 (893) yılında vefat etmiştir (Süyûtî, 1980, s. 10).
Hicrî üçüncü asrın bir diğer müfessiri, Taberistan (Mâzenderân)’dandır. O, yalnızca tefsirde değil, aynı zamanda diğer Kur’ânî ve edebî ilimlerde de genel ve özel çapta ün sahibiydi. Bu kişi büyük tarihçi, hadîs âlimi, fakih ve Câmi’u’l-Beyân olarak bilinen tefsirin müellifi Muhammed bin Cerîr Taberî’dir. Bel’âmî, bu kitabı Nuh bin Mansûr Sâmânî’nin emriyle Farsça’ya çevirmiştir. Taberî, tarih alanında Arapça nesir yazmış en büyük yazarlardandır. Onun tarih kitabı, Arap olmayan bir yazarın, nesir alanında Arapça olarak yazdığı en kâmil numûne hükmündedir. Muhammed bin Cerîr Taberî, hicrî 310 (923) yılında vefat etmiştir.
Üçüncü asrın tefsirlerinden biri de Kazvinli Ahmed bin Fârs bin Zekeriyâ el-Lügavî’nin eseri olan Câmi’u’t-Te’vîl adlı tefsirdir. Bu müfessir, önceleri Şâfiî mezhebinden idi, ancak daha sonraları Mâlikî mezhebini seçmiştir. Onun tefsiri fıkhîdir. Bu tefsirde fıkhî meseleler, Kur’ân âyetlerinin esas alınması suretiyle delillendirilmiştir (Frye, 1984, c. 4, s. 406).
Üçüncü asrın son yılları ve dördüncü asrın başlarında, İranlılar İran dışında da İslâmî ilimlerin en büyük müfessirleri ve fakihleri olarak anılmaktaydılar. Mekke’de yaşayan Ebû Bekir Muhammed bin İbrahim bin Münzir bin Nîşâbûrî bu sözün bir timsalidir. Münzir Nîşâbûrî, Süyûtî’nin eşsiz olarak nitelediği bir tefsire sahiptir (Süyûtî, 1980, s. 13).
4.Hicrî Iv. Yüzyıl
Horasan Tefsir Mektebinde Nîşâbûr Ve Herat Ekollerinin Oluşması
Rey Tefsir Mektebinin Devamı Olarak İsfahan Tefsir Ekolünün Oluşması
Dördüncü asrın başlamasıyla tefsir ilmi de diğer dinî ilimlerle beraber hızlı bir şekilde gelişti ve kendi zamanının zirvesine ulaştı. Bu yüzyılda Horasan mektebinin önemli merkezlerinden Nişabur’da; Ebû Bekir Ahmed bin Muhammed Fârsî, Kur’ân tefsiri alanında koşulsuz şartsız bir kudrete sahipti. Onun meclislerinde binlerce kişinin bulunduğundan bahsetmektedirler (Wickens, 1982, s. 153). Nîşâbûr’un tüm ilmî gücü, adeta Muhammed Fârsî’de toplanmıştı. Ebu’l-Kâsım Hasan bin Muhammed Nîşâbûrî, ünlü bir vâiz ve müfessir idi. Süyûtî onu Horasan’ın en büyük müfessiri olarak zikretmiştir (Süyûtî, 1980, s. 15). O, Sa’lebî’nin üstadı idi. Hicrî 406 (1016) yılında vefat etmiştir.
Ebû Abdurrahman Hayrî Nîşâbûrî (h. 360 – 430 / 970 – 1039), müfessirliğinin yanı sıra, aynı zamanda kâri idi. A’mâ idi; fakat bu dönemin en büyük âlimlerinden sayılmaktaydı (Wickens, 1982, s. 166). Ebû Osman Sabûrî Nîşâbûrî (h. 373 – 449 / 983 – 1058), tefsire ilaveten hadîste de şöhret sahibiydi ve Hayrî Nîşâbûrî’nin dostlarından idi. Sabûrî, arif kimselerden idi, takvası ve zekâsıyla Horasanlılar arasında darbımesel olmuştu (Wickens, 1982, s. 200).
Horasan ekolünün bir diğer önemli merkezi Herat’ta Ebû Hâmid Ahmed bin Muhammed Herevî, Herat müftüsü idi ve Şâfiî mezhebindendi. Bu dönem tefsirinin büyük isimlerindendi. Ebû Hâmid, hadîs ilminin büyük âlimlerinden Hakîm Nîşâbûrî’nin üstadı idi. O, hicrî 355 (968) yılında vefat etmiştir. Bu dönemde yavaş yavaş Rey’den bağımsız bir ilim merkezi olmaya doğru evrilen İsfahan’da, Kur’ânî ilimlerin bilinen bir diğer önemli âlimi Ebû Saîd Hüseyin bin Muhammed İsfehânî Za’ferânî de, Ebû Naîm İsfehânî ile bu dönemde yaşamıştır. Hüseyin İsfehânî, hicrî 369 (980) yılında vefat etmiştir.
İran medeniyetinin bir diğer ilmî merkezi ve Horasan’ın ilmî rakibi olan Rey, bu dönemde de Ehli Sünnet tefsirinin büyük âlimlerinden nasipsiz kalmamıştı. Hanefî mezhebinden olan Ebû Hasan Ali bin Yezdâd Kumi de Rey’de bulunmaktaydı. O hicrî 350 yılında vefat etmiştir. Rey’de bu asırda bir diğer büyük müfessir daha yaşamaktaydı. O, Ahmed bin Fârs bin Zekeriyâ Lügavî Kazvînî idi. O, başlangıçta Şâfiî idi ve ancak daha sonra Mâlikî olmuştur. Onun iki önemli tefsiri bulunmaktadır. Bunlardan biri Câmi’u’t-Te’vîl, diğeri ise Garîb-i A’râb-i Kur’ân’dır (Kübrâzâde, 1980, s. 178).
Dördüncü yüzyıla ait birkaç tefsire daha işaret edilebilir: Örneğin, Ebû Bekir Muhammed bin Râzî’nin Ahkâmü’l-Kur’ân’ı bu dönemin tefsirlerindendir. Bu şahıs Hanefî idi. Bu tefsir, isminden de anlaşılacağı üzere fıkhî bir tefsirdir. Fıkhî meseleler hakkında olup, Hanefîlerin en muteber tefsirlerindendir. Müfessir bu tefsirde, fıkhî hükümlerin istihraç edilebileceği âyetleri derlemiştir (İbn Nedîm, 1968, s. 59).
Dördüncü asrın Farsça yazılmış tefsirlerine gelince, bunlardan biri Tefsîr-i Kur’ân-ı Pâk’tır. Bu tefsirin orijinali Pakistan’da idi. 1963 yılında İran Kültür Vakfı aracılığıyla bu tefsirin resimleri çekilmiştir. Daha sonra merhum Müctebâ Meynevî’nin yazdığı bir mukaddimeyle basılmıştır. Meynevî, bu tefsirin bir dilden başka bir dile yazılış biçimini dikkate alarak, onun dördüncü yüzyıla ait olduğunu düşünmektedir (Petronovski, 1972, s. 470).
Dördüncü yüzyıldaki İranlı Şiî müfessirler arasında İyâş Semerkandî ve Ebu’l-Abbâs Esferâynî’den söz edilebilir (Süyûtî, 1980, s. 200). Bu iki kişi, İslam’dan sonraki İran kültürünün filizlendiği dönemde, Horasan ve Rey mekteplerinin tefsirdeki yolunu devam ettiren kimselerdir. İyâşî’nin eserleri, kendi asrında büyük bir ilgiyle karşılanmış ve bu ilgi, altı asır sonrasına kadar devam etmiştir. O kadar ki, İyâşî’nin eserleri İbn Nedîm zamanında da Horasan’da çok sayıda alıcı bulmaktaydı (İbn Nedîm, 1968, s. 309).
5.Hicrî V. Asır (İran İlmî Hareketinin /Faaliyetinin/ Aktivitesinin İran Dışına Nakli Ve İctihâdî Tefsirlerin Şekillenmesi)
Beşinci yüzyıldan itibaren, Horasan civarlarında Selçuklular ile Gazneliler arasındaki savaşlar ve bu savaşların doğurduğu sonuçlar nedeniyle İran ilmî hareketi, özellikle dinî ilimler gibi bazı ilmî dallarda yavaş yavaş İran dışına, bilhassa da Necef-i Eşref gibi bazı önemli Şiî merkezlerine intikal olmaya başladı. Bu arada diğer din âlimleri gibi tefsir uleması da İmam Ali (a.s)’nin Necef-i Eşref’teki kabri yakınlarında, Kur’ânî ilimleri tahsil ve tedris etmeye daha meyilli idiler. Necef’teki bu durum, on asır sonra, şu an itibariyle de müşahede edilebilir.
Bu asırdaki büyük Şiî müfessirler arasında III. Yezdgerd’in torunlarından Ibn Merzban olan bir şahsiyete işaret edilebilir (Donaldson, 1933, s. 209). O, meşhur kitabı Hasâisü’l-Kur’ân’da Allah’ın kelâmının özelliklerini, yeni bakış açılarıyla incelemeye koyulmuştur. Bu kitap, dokuz asır sonra şimdi de birçok tefsir ve kelâm âliminin ilgisini çekmeye devam etmektedir.Ibn Merzban, hicrî 418 (1027) yılında, Necef-i Eşref’te vefat etmiştir (a.g.e.)
Bu dönemde Horasan mektebi de rehbersiz kalmadı. Fazl bin Şâzân Nîşâbûrî, bu dönemde Horasan’da ve onun ilmî merkezi olan Nîşâbûr’da Şîa’nın tefsir ilminin kandilini aydınlatmıştır. Aynı şekilde bu dönemde Horasan, bir başka büyük zâtı daha dinî ilimler dünyasına armağan etmiştir. Bu kişi, Şeyh Tâife olarak da bilinen Ebû Cafer Muhammed bin Hasan Tûsî’dir. Şeyh Tâife, Tûs’ta doğdu; lâkin yaşamının önemli bir bölümünü Bağdat’ta geçirdi (Devânî, 2008, s. 33). O, hicrî 460 (1072) yılında Necef-i Eşref’te bakî âleme göçmüştür. Onun eserleri arasında Tefsîr-i Tibyân, evrensel bir şöhrete sahiptir. Bu eser Şeyh Tâife’den asırlar sonra, henüz dahi kendine has tazelik ve güncelliğini korumaktadır. Dünyadaki Şiîlerin büyük çoğunluğu bu kitabı, en nitelikli Kur’ân tefsiri olarak kabul etmektedirler (Donaldson, 1933, s. 130).
Tibyân, ilk kapsamlı Şiî tefsiridir. Bu tefsirde, Kur’ân ve tefsir ilimleri ictihâdî bir şekilde ele alınmıştır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, naklî eser ve tefsirlerden ayrılmaktadır.
Şeyh Tâife, Tibyân’a ek olarak; fıkıh ve diğer ilimlerde de Misbâhü’l-Müctehid, el-Hallü ve’l-Akd, Tehzîbü’l-Ahkâm ve'l-İstibsâr adlı eserlerini telif etmiştir (Donaldson, 1933, s. 209). Şeyh Tûsî, Necef-i Eşref İlim Havzası’nın kurucusu Şeyh Müfîd’in talebesidir ve bu havza bugün de faaldir (Devânî, 2008, s. 33).
Ebû Bekir Atîk bin Muhammed el-Herevî Sûrâbâdî’nin telifi olan Tefsîr-i Sûrâbâdî, beşinci asrın tefsirlerindendir. Bu tefsirin yazarı, Selçuklu sultanı Alparslan’ın muasırlarındandır. Bu tefsir Farsça’dır ve Fars nesrinin seçkin numûnelerindendir. Müellifi Şâfiî mezhebindendir ve Kur’ân’ı kelimesi kelimesine tercüme etmiştir. Bu tefsirin tanınırlığı daha çok edebî açıdandır (Durûdî, 1984, s. 135).
Aynı şekilde Tâcü’t-Terâcim veya Tefsîr-i Esferaynî beşinci yüzyılın önemli tefsirlerinden bazılarıdır. Yazarı İmâdüddîn Ebu’l-Muzaffer Şâfiî’dir. O, tefsirini bölümlere ayırmış ve her bölümde de Kur’ân sûrelerinin birkaçını tefsir etmiştir. Hâce Nizâmülmülk’ün muasırlarından olup, onun ilgisini çekmiştir (Hâcî Halife, 1278, c. 2, s. 149).
6.Hicrî VI. Yüzyıl (Kur’ân Tefsirlerinin Altın Çağı; Mefâtîhu’l-Gayb, Keşşâf, Keşfü’l-Esrâr, Mecme’ü’l-Beyân Ve Ravzü’l-Cinân Gibi Tefsirlerin Kaleme Alınması)
Ehli Sünnet’in en büyük tefsirleri hicrî altıncı asırda yazılmıştır. Bu tefsirlerden biri, altıncı asrın büyük Şâfiî müfessirlerinden olan ve Fahri Râzî olarak bilinen Muhammed bin Amr bin Hüseyin bin Hasan bin Ali’nin eseri Mefâtîhü’l-Gayb veya Tefsîr-i Kebîr’dir. Fahr-i Râzî, İran’ın kuzeyindeki Mâzenderân’da dünyaya geldi; lâkin Rey’de ikamet etti. O, aynı zamanda “Râzî” olarak meşhurdur. Onun tefsiri, şahsî görüşe göre yapılan tefsirlerin bir örneğini oluşturmaktadır. Kur’ân âyetlerini felsefî meseleler esasınca tefsir etmiştir. Bu tefsir, daha çok kelâmî-felsefî bir motife sahiptir; sekiz cilt olarak basılmıştır, sûreler yine sûreler aracılığıyla tefsir edilmiştir (Süyûtî, 1980, s. 15).
Altıncı asrın tefsirlerinden biri de “Cârullah” lakabıyla bilinen Ebu’l-Kâsım Muhammed bin Amr Zemahşerî Harezmî’nin Tefsîr-i Keşşâf’ıdır. Memleketi aslen İran’ın kuzeyindeki soğuk bölgelerdi; buna rağmen o, uzun süreler Mekke’de, Allah’ın evine komşu olarak yaşadı ve Tefsîr-i Keşşâf’ı da orada yazdı. Zemahşerî, kelâmî açıdan Mutezilî olup, fıkıhta Hanefîliğe tâbî idi. Bu tefsir, Ehli Sünnet’in en muhkem tefsirlerinden sayılmaktadır. Zemahşerî bu tefsirde, birtakım sarfî ve nahvî hususiyetlere, meânî, beyân, kırâat ilimlerine ve âyetlerin nüzûl sebeplerine değinmiştir. Bu tefsir, dört cilt halinde basılmıştır (Süyûtî, 1980, s. 61).
Keşfü’l-Esrâr ve İddetü’l-Ebrâr tefsiri de, altıncı yüzyılın diğer tefsirleridir. Onun yazarı Ebu’l-Fazl Raşîdüddîn Meybodî Yezdî’dir. Gerçekte bu tefsir, Hâce Abdullah Ensârî Herevî’nin eseri olan Sîretün fi’t-Tasavvuf adlı tefsire yazılmış bir şerh niteliğindedir. Meybudî’nin tefsiri, daha çok irfânî bir tefsir olarak bilinmektedir. Meybodî, Yezd eyaletinin şehirlerinden biri olan Meybod’dandır. Tefsiri Farsça olarak on cilt halinde basılmıştır (Nevîhmen, 1948, s. 120).
Altıncı yüzyılın diğer tefsirleri arasında da Ebu’l-Fütûh Muhammed bin Abdülkerim Şehristânî’nin eseri olan Mefâtîhü’l-Esrâr ve Mesâbîhü’l-Ebrâr bulunmaktadır. Onun tefsiri, felsefî tefsirlerdendir (a.g.e.)
Hicrî altıncı yüzyılın İranlı Şiî müfessirleri arasında da Mecme’ü’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân adlı eserin müellifi olan Emînü’l-İslâm Şeyh Tabersî’ye işaret edilebilir. O, hicrî 468 yılında Tefreş şehrinde (Arapça’sı, Tabers’tir) doğdu ve hicrî 538 yılında Kur’ân tefsiri telifini bitirdi. Bu tefsir Arapça olarak yazılmış olup Farsça’ya çevrilmiştir (Mutahharî, 1987, s. 403).
Aynı şekilde altıncı asrın tefsirleri arasında, hicrî 552’de vefat eden Ebu’l-Fütûh Râzî’nin telifi olan Ravzü’l-Cinân’a da işaret edilebilir. Müellifi bu tefsiri Farsça olarak yazmıştır. Şiî müfessirlerden Emînü’l-İslam Tabersî ve Ehli Sünnet müfessirlerinden Fahri Râzî’nin, Ebu’l-Fütûh Râzî’nin tefsirinden oldukça istifade ettikleri söylenir. O, aslen Horasan bölgesinin Nîşâbûr şehrinden idi, ancak Rey’de yaşamış ve yine burada vefat etmiştir. Onun kabri şu anda da Rey şehrinin meşhur mekânlarındandır (Mutahharî, 1987, s. 404).
7.Hicrî VII. Yüzyıl (Hicrî Altıncı Yüzyıldaki İlmî Hareketin Devamı Ve Önceki Tefsirlere Şerh Yazılması)
Yedinci yüzyıl ve sonrasında İranlı Ehli Sünnet âlimlerinin tefsirleri, önceki tefsirler kadar muhkem değildir. Yedinci yüzyılda kaleme alınan Envârü’t-Tenzîl bir kenara bırakılırsa, bunun dışındaki tefsirler, ya önceki tefsirlere şerh hükmündedir ya da Kur’ân’ın herhangi bir bölümünün tefsirinden ibarettir (Safâ, 1984, c. 1, s. 70).
Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl, yedinci yüzyılın en önemli tefsirlerindendir. Yazarı, Fars eyaletinin Beyzâ şehrinden olan Nasirüddîn Amr bin Muhammed Şîrâzî Beyzâvî’dir. Bu tefsir, Tefsîr-i Keşşâf ve Mefâtîhü’l-Gayb’ın bir özetidir (Durûdî, 1984, c. 1, s. 115). Müellifi Şâfiî’dir. Onun tefsiri, fıkhî ve felsefî tefsirler kategorisinde yer alır. Beyzâvî’nin tefsir metodu, sûrelerin tertibiyle olan bir tefsiridir. Feyz-i Kâşânî, kendi Tefsîr-i Sâfî’sinde de bu tefsirden istifade etmiştir. Aynı zamanda Şeyh Bahâî de bu tefsire bir şerh yazmıştır (Gibb, 1992, s. 86).
Yedinci yüzyılın diğer tefsirlerinden biri de Mahmud Nesefî Hanefî’nin eseri olan Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâyikü’t-Te’vîl adlı tefsirdir. Nesefî, hadîs ve fıkıh ilimlerinde âlim idi. Onun tefsiri, şahsî görüşlere göre yapılan tefsirlerdendir. Nesefî kendi tefsirinde güvenilir (müvassak) hadîs ya da haber bulmasa idi, şahsî görüşlerini izhar ederdi. Onun tefsir yöntemi, âyetlerin âyetlerle tefsir edilmesidir. Tefsiri dört cilt olarak basılmıştır (Durûdî, 1984, c. 1, s. 202).
Yedinci asrın diğer tefsirleri arasında, Şiî ulemadan Sadreddîn Ebû Muhammed Rûzbehân Şîrâzî’nin telifi olan Tefsîrü Arâisi’l-Beyân fî Hakâyiki’l- Kur’ân zikredilebilir. O, hicrî 522 yılında dünyaya geldi ve hicrî 606’da vefat etti. Şiraz’daki Mescid-i Câmi’-i Atîk’te elli yıl vaaz verip hutbe irad etti. Onun tefsiri Arapça olarak iki ciltte yazılmış olup, Kur’ân-ı Kerîm’in en eski irfânî tefsiridir. Bu tefsir aynı zamanda tasavvufî te’villere sahiptir (Zerkelî, 1989, c. 3, s. 35).
8.Hicrî VIII. Yüzyıl, Önceki Tefsirlerin Muhtasar (Özet) Şekilde Yazılmaları
Sekizinci asrın tefsirleri arasında Tefsîr-i Nîşâbûrî olarak bilinen Tefsîrü Garâibi’l-Kur’ân’a işaret edilebilir. Bu tefsir, Fahri Râzî’nin tefsiri ile Zemahşerî’nin Keşşâf’ının bir özetidir ve on cilt halinde basılmıştır (Mutahharî, 1987, s. 401). Bu tefsirin müellifi, Nizâm-ı Nîşâbûrî veya Nizâm-ı A’rac olarak da bilinen Hasan bin Muhammed bin Hüseyin’dir. O, Kum şehrindendi; ancak Nîşâbûr’da yaşamıştır. Hicrî 730 yılında vefat etmiştir.
Aynı şekilde Fars eyaletinin Îc şehrinden olan sekizinci asır âlimlerinden Muînüddîn Abdürrahman Îcî, Cevâmi’ü’t-Tibyân’ı telif etmiştir. O, tefsirini Arapça olarak telif etmiştir; ancak aslî işi, önceki tefsirleri hülasa bir şekilde yazmak olmuştur. Onun bundaki hedefi, tefsirlerin özet şekilde yazılabilmelerinin önünü açmaktır (Safâ, 1985, c. 4, s. 78).
Abdurrahman bin Muhammed Sa’lebî Hanefî’nin eseri olan Tefsîr-i Sa’lebî, sekizinci yüzyılın bir diğer tefsirlerindendir. Bu tefsir, sûrelerin tertibiyle olan metoduyla kaleme alınmıştır. Fıkhî açıdan bir öneme sahiptir (Hâcî Halife, 1278, c. 1, s. 450).
Sekizinci asır tefsirleri arasında Şiî muhaddis ve mütekellimlerden Ebu’l-Fazl Deylemî’nin tefsirinden de bahsedilebilir. Ebu’l-Fazl Deylemî Gorgânî (Cürcânî) hicrî 800 yılında vefat etmiştir. Tefsirini iki büyük cilt halinde kaleme almıştır. Bu tefsirin naklî bir yönü/metodu vardır ve İmâm Cafer-i Sâdık (a.s)’tan çok sayıda rivayet nakletmiştir. Bu eserin eski bir nüshası, el yazması şeklinde ve iki cilt olarak Necef-i Eşref’teki Seyyid Cevâd Âmilî (v. Hicrî 1226) Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.
Aynı şekilde sekizinci yüzyıl tefsirleri arasında Raşîdüddîn Fazlullah Hemedânî (v. Hicrî 718)’nin telifi olan Miftâhü’t-Tefâsîr i örnek verilebilir. Bu, kâmil bir tefsirdir ve telifinde felsefî bir üsluptan yararlanılmıştır (Sadr Hacı Seyyid Cevâdî, 1987, c. 4, s. 519).
Sekizinci asrın tefsirlerinden biri olarak Ebû Mehâsin Hüseyin Cürcânî tarafından Farsça olarak yazılan Cilâü’l-Ezhân ve Cilâü’l-Ahzân isimli tefsiri de zikretmek mümkündür.
9.Hicrî IX. Yüzyıl; Kur’ân Tefsirlerinde, Kur’ân’ın Tanıtımına Ve Faziletlerine Yönelik Mukaddimelerin Yazılmaya Başlanması
Dokuzuncu asrın tefsirlerinden olan Cevâhirü’t-Tefsîr fi’t-Tuhfeti’l-Emîr, çalışkan bir müellif olan Molla Hüseyin Kâşifî’nin eseridir. Bu tefsir, Emîr Ali Şîr Nevâyî adına telif edilmiştir. Tefsir Farsça olarak yazılmıştır. Onun önemi, uzun bir mukaddimesinin olması dolayısıyladır. Bu mukaddimede, Kur’ân’ın tanıtımına ve faziletlerine dair açıklamalar yapılmış ve Kur’ân’ın lügavî boyutuna değinilmiştir (Nevîhmen, 1984, s. 288).
Tefsîr-i Şâhrûdî de, dokuzuncu yüzyılın diğer tefsirlerindendir. Bu tefsir, Şeyh Alâeddîn Muhammed Şâhrûdî’ye aittir ve Fatih Sultan Mehmet adına, hicrî 863 yılında Edirne’de telif edilmiştir (Safâ, 1985, c. 1, s. 89).
Dokuzuncu yüzyıldaki bir diğer tefsir de, hicrî 834 yılında vefat eden Şah Nimetullah Kirmânî’nin tefsiridir. Arapça olarak yazılmış olup, irfânî bir tefsirdir.
10.Hicrî X. Yüzyıl (Tefsirdeki Çabaların/Çalışmaların Kısmen Azalması Ve Önceki Eserlere Şerhler Yazılması)
Hicrî onuncu yüzyıldan on birinci yüzyıla kadar İran’ın Ehli Sünnet uleması arasında tefsir alanındaki çabalar/çalışmalar yavaş yavaş düşüşe geçmiştir/azalmaya başlamıştır. Bu dönemde yazılan tefsirleri, daha çok önceki tefsirlere, özellikle de Beyzâvî’nin Envârü’t-Tenzîl’ine yazılmış şerhler teşkil etmekteydi (Durûdî, 1984, c. 2, s. 125).
Ama Şiî âlimlerin hicrî onuncu yüzyıldaki tefsirleri arasında, Molla Fethullah Kâşânî’nin telifi olan Menhecü’s-Sâdıkîn fî İlzâmi’l-Muhâlifîn’e işaret edilebilir. Bu tefsir üç büyük cilt halinde ve taş baskı olarak Tebriz’de neşredilmiştir (Mutahharî, 1987, s. 403).
Aynı şekilde bu asra ait tefsirler arasında Şûster ulemasından (v. hicrî 925) Seyyid Ziyâeddîn Nurullah’ın telifi olan Tefsîr-i Tosterî’ye de işaret edilebilir. Tek cilt olarak Arapça ile yazılmış olan bu tefsir, kelâmî ve naklî bir metotla kaleme alınmıştır.
11.Hicrî XI. Yüzyıl; Naklî, Kelâmî, Felsefî Ve İrfânî Tefsirlerin Ortaya Çıkması
Hicrî on birinci asırda Molla Sadrâ Şîrâzî (v. hicrî 1050)’nin tefsirine işaret edilebilir. Bu tefsir, kâmil olmayıp Kur’ân sûrelerinin bir kısmını içerir. İstidlâlî, felsefî ve irfânî bir metotla yazılmıştır.
Buna ilave olarak on birinci yüzyılda, Molla Hasan Feyz-i Kâşânî isimli bir başka müfessire daha işaret edilebilir. O, Tefsîr-i Sâfî’yi yazmıştır. Molla Sadrâ’nın damadı idi. Kum’da yaşamıştır. Kum’daki Medrese-i Fevziye, onun adıyla meşhur olmuştur. Feyz-i Kâşânî hicrî 1091 yılında Kum yakınlarındaki Kâşân şehrinde vefat etmiştir (Mutahharî, 1987, s. 405).
Yine on birinci asra ilişkin olarak Şeyh Abdülali bin Cum’a Huveyzî’nin telifi olan Nûru’s-Sekaleyn’e de değinilebilir. O Allâme Meclisî, Şeyh Hürr Âmilî ve iki meşhur Şiî fakih ile muasırdı. Şiraz’da yaşamaktaydı. Tefsirdeki üslûbu naklî olup, hadîslere ve haberlere istinat etmekteydi. Tefsirini hicrî 1073 yılında yazıp bitirmiştir (Mutahharî, 1987, s. 406).
Hicrî on birinci asra ait tefsirler arasında Tefsîr-i Şerîf Lâhîcî (v. hicrî 1088) de bulunmaktadır. Dört cilt halinde ve Farsça olarak yazılmıştır. Bu tefsir de Ehlibeyt (a.s)’in rivayetlerinden oldukça istifade etmiştir. Kelâmî bir üslûba sahip olup, İmâmiyye’nin akâidî kelâmını beyan etmiştir.
12.Hicrî XII. Yüzyıl, Kur’ân Tefsirinde Ahbârîlik Akımı
Hicrî on ikinci yüzyılda Seyyid Hâşim Behrânî (v. hicrî 1107)’nin eseri olan el-Burhân fî Tefsîri’l-Kur’ân adlı tefsire işaret edilebilir. Bu tefsir beş cilt halinde neşredilmiştir. Tefsirin müellifi Ahbârî’dir ve Kur’ân tefsirinin, yalnızca Ehlibeyt (a.s)’e ait olan rivayetler ile yapılması halinde caiz olabileceğini ileri sürmüştür. Akılcılık (tedebbür) ve içtihat yoluyla yapılacak bir tefsiri ise yasaklamıştır (Eyâzî, 2009, s. 201).
Kumî Meşhedî’nin telifi olan Kenzü’d-Dakâik ve Bahrü’l-Gerâib tefsiri de, hicrî on ikinci yüzyılın Arapça yazılmış tefsirleri arasında yer almaktadır.
13.Hicrî XIII. Yüzyıl, Kur’ân’ın Sadece Tek Bir Sûresini Şâmil Olan Monografik Tefsirler
Hicrî on üçüncü yüzyılda, çok sayıda Kur’ân tefsiri yazılmıştır. Bunların çoğu monografik tefsirler olup Kur’ân’ın yalnızca bir sûresini ihtiva etmektedirler. Bazıları da önceki tefsirlerin ya şerhi niteliğinde ya da onlara hâşiyeler/dipnotlar olarak kaleme alınmıştır. Bahsedilen tarzda yazılan tefsirler arasında Âhund Molla Ali Nûrî (v. hicrî 1246)’nin telifi olan Tefsîr-i Nûrî de bulunmaktadır. Müellifin tüm dipnotları, Molla Sadrâ Şîrâzî’nin tefsiri üzerinedir. Bu tefsir Arapça olarak ve felsefî bir üslûp ile yazılmıştır.
14.Hicrî Xıv. Yüzyıl; Kapsamlı Tefsirlerin Yeniden İhyâ Edilip Şekillendirilmesi Ve Monografik Tefsir Yazımlarının Devamı
On dördüncü yüzyılda İran’da birçok tefsir yazılmıştır. Bunlar arasında Seyyid Hasan Şah Abdülazîmî (v. hicrî 1384)’nin telifi olan Tefsîr-i İsnâ Aşerî’ye işaret edilebilir. Bu tefsir on dört cilt halinde Farsça olarak ve bazı önemli Şiî tefsirlerin temel alınarak derlenmesi sonucu kaleme alınmıştır.
Müctebâ Kazvînî Horasanî (v. hicrî 1368)’nin telifi olan Beyânü’l-Furkân tefsiri de on dördüncü yüzyılın diğer tefsirleri arasında yerini almaktadır. Beş cilt halinde Farsça olarak yazılmıştır. Bu tefsir, üslûbu itibariyle, felsefe karşıtı olan Tefkîk ekolünün metotlarınca yazılmıştır.
Hicrî on dördüncü yüzyılın diğer tefsirleri arasında Seyyid Mustafa Humeynî (v. hicrî 1398)’nin telifi olan Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Kerîm’e de işaret edilebilir. Bu tefsir dört cilt halinde Arapça olarak istidlâlî, felsefî ve irfânî bir üslûpla yazılmış olup Kur’ân’ın bir bölümünü şâmildir.
Yine hicrî 1399’da (1977) şehit olan Murtaza Mutahharî, Kur’ân sûrelerinin bir bölümünü, -özellikle yirmi dördüncü cüzden başlayıp, otuzuncu cüzün yaklaşık olarak son kısımlarına tekabül eden bölümü- tefsir etmiştir. Bu tefsirler tek tek ciltler halinde basılmış ve neşredilmiştir.
İranlı Şiî ulema arasında hicrî on dördüncü asrın en önemli tefsiri, hicrî 1331 (1904) yılında doğup hicrî 1402 (1981)’de vefat eden Allâme Seyyid Muhammed Hüseyin Tabâtabâî’nin telifi olan el-Mîzân fî Tefsîri’l-Kur’ân adlı tefsirdir. Yirmi cilt halinde Arapça olarak telif edilmiş olup, Kur’ân’ın Kur’ân ile tefsiri metodunca yazılmıştır. Arapça olan bu yirmi cilt; Farsça olarak kırk cilt, İstanbul Türkçesi olarak da yirmi cilt halinde tercüme edilmiştir.
Aynı zamanda hicrî on dördüncü asrın sonlarında Nusret İsfehânî Hanım (h. 1308 – 1403) tarafından Mahzenü’l-İrfân adıyla on beş ciltlik bir tefsir kitabı da kaleme alınmıştır. Bu tefsir kelâmî, istidlâlî ve naklî bir üslûba sahip olup, Farsça olarak neşredilmiştir.
Hicrî on dördüncü asrın sonlarında Seyyid Ruhullah Musevî-yi Humeynî tarafından irfânî ve felsefî üslûp ile yazılan mübarek Hamd ve Alâk sûrelerinin tefsirleri de bu yüzyılın eserleri arasında yer alır. Bunlara ilave olarak, Seyyid Ebu’l-Kâsım Hoyî (h. 1317 – 1413) tarafından Arapça olarak tek cilt halinde yazılan el-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân kitabı, Kur’ânî ilimler alanını şâmil bir mukaddimeyi ve mübarek Hamd sûresinin istidlâlî ve kelâmî suretteki tefsirini içermektedir. Müellif, aslî metodunu kitabın mukaddimesinde belirtmiş olup, bunun, Kur’ân’ı Kur’ân ile tefsir etmekten ibaret olduğunu söylemiştir. Bu bağlamda Kur’ân âyetlerinin mefhumlarını ele alırken, yine âyetlerden istifade etmiş; söz gelimi, bir Kur’ânî kelimenin mefhumunu, başka âyetlerde de aynen kullanılmış olan söz konusu kelime yardımıyla tefsir etmiştir. O aynı zamanda bu metotta, Kur’ân âyetlerinin zâhirî anlamlarına, aklî delillere ve kat’î (muteber) rivayetlere istinat etmiştir. Bu kitabın müellifi; tefsirde izlenmesi gereken bu metodun (Kur’ân’ın Kur’ân ile tefsiri), Kur’ân’ın zâhirî anlamlarıyla muhalif olan her türden te’vil ve şahsî görüşlerle yapılacak bir tefsirin önüne geçtiğine inanmaktadır. Zira kumaşını; uydurulmuş rivayetlerin, asılsız ve kurmaca delillerin dokuduğu/oluşturduğu tefsirlere ancak bu yolla mani olunabilir.
Bu yüzyılın diğer tefsirleri arasında da Mehdî Bâzergân’ın telif ettiği Pâ-be Pâ-yi Vahy adlı kitaba işaret edilebilir. O, tefsir metodunu, “Kur’ân’ın tedebbürî tefsiri” olarak adlandırmış ve şöyle söylemiştir: “Kur’ân’ın tedebbür ve tefsirinde tercih edilen metot ve üslûp taabbüd ve yükleme (tahmil) değil, talim ve tahkiktir. Bizim dayanağımız, gözle görülen tabiat âlemi ve tecrübî (deneysel) ve aynî (hakiki) ilimlerdir. Bu konuda; felsefenin, zihnî/formel/teorik ilimlerin ve ispat edilemeyen hissiyâtın peşinde değiliz. Kur’ân hakkındaki tedebbürün en iyi yolu, âyetlerin kronolojik nüzûl sırasına göre incelenmesidir.” (Bâzergân, 1996, c. 1, Mukaddime).
Bu tefsir iki cilt olarak tanzim ve arz edilmiştir. Müellifin 1996’da vefat etmesinden bir yıl sonra da neşredilmiştir.
Tefsîr-i Numûne de yirmi yedi cilt halinde Farsça olarak, Nâsır Mekârim Şîrâzî ve bir grup âlim tarafından telif edilmiştir. Bu tefsir Arapça, İngilizce ve Urduca’ya da tercüme edilmiştir.
B - İRANLILAR TARAFINDAN TELİF EDİLEN EN ÖNEMLİ KUR’ÂN TEFSİRLERİ
İranlılar tarafından yazılan Kur’ân-ı Kerîm tefsirleri, İslâmî ilimleri teşkil eden kültürel kaynakların önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Aşağıda bunların en önemlilerine değineceğiz:
1.Câmi’ü’l-Beyân Fî Tefsîri’l-Kur’ân, Taberî, Arapça. (Farsça’ya Tercüme Edilmiştir), Hicrî Üçüncü Yüzyıl
Muhammed bin Cerîr bin Yezîd bin Kesîr bin Gâlib Taberî, Mâzenderân’ın Âmol şehrindendir. Hicrî 224 yılında doğmuş olup hicrî 310 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir. Ehli Sünnet’in ünlü ve büyük müfessirlerindendir. O, küçük yaşlardan itibaren Kur’ân’a ve onu öğrenmeye himmet sarf etmiştir. İlim tahsili ve bilgilerini artırmak amacıyla birçok yolculuğa çıkmış; Irak, Suriye, Mısır, Anadolu ve Hindistan’a seyahat etmiştir. Taberî, fıkhî yol bakımından önceleri Şâfiî mezhebine tâbî olmuş, ancak sonraları kendi müstakil fıkhî mektebini/ekolünü tesis etmiş ve Ehli Sünnet fıkhının hiçbir imamına tâbî olmamıştır. Onun fıkhî mezhebinin adı Cerîriyye’dir. O dönemler, bir grup takipçiye sahip olan bu mezhep, daha sonra ortadan kalkmıştır (Mutahharî, 1987, s. 402).
Taberî çok sayıda eser kaleme almıştır. O, bunca eseri arasında tarih ve tefsiriyle ünlü olmuş, ilim ehlinin dilinde Ümmü’t-Tevârîh ve Ümmü’t-Tefâsîr olarak bilinir olmuştur. Taberî, öncekilere ait sözleri senetlerle zikretmiştir. Bu durum da başlı başına onun nakillerinin muteber olmasını sağlamıştır. Bununla beraber birçok konuda, zayıf (muteber olmayan) ya da meçhul kimselerden de rivayetler nakletmiştir. Bu tefsirin önemli zaaf noktası, çok sayıda İsrâiliyyât içermesidir. Bu sebeple onun, hadîs naklinde ifrat ettiğini söylemişlerdir. Onun özellikle tefsir alanındaki rivayetleri, geniş perspektifli bir eleştiri ve incelemeye tâbi tutulmalıdır. Buna rağmen Tefsîr-i Taberî, öncekilerin sözleri ve teorileriyle dolu bir eserdir. Bu sayede tüm zamanları aşabilmiştir. Eğer böyle bir tefsir ansiklopedisi/külliyâtı olmasa idi, öncekilerin sözleri ve tefekkürleri yok olup gidecekti. Bu tefsir hakkında söylenebilecek önemli noktalardan biri de onun fıkhî olması ve uygun bir şekilde fıkhî meselelere giriş yapmasıdır. Taberî’nin kelâmî fikirleri de tefsirinin satır aralarında tamamen aşikârdır (Durûdî, 1984, c. 1, s. 115). Tefsîr-i Taberî Arapça olarak yazılmıştır. Hicrî dördüncü yüzyılda Nuh bin Nasr Sâmânî’nin emriyle, Bel’amî tarafından Arapça’dan Farsça’ya çevrilmiştir. Günümüzde bu tefsir, otuz bir cilt olarak basılmıştır.
2.Tefsîr-i Ayyâşî, Ayyâşî Semerkandî, Arapça, Hicrî Üçüncü Ve Dördüncü Yüzyıl
İbn Nedîm’in el-Fihrist’inde yüz elli ciltten fazla eser zikredilmiş ve Ayyâşî’ye nispet edilmiştir (İbn Nedîm, 1968, s. 361). Cafer bin Muhammed bin Mes’ûd İyâşî Semerkandî; fıkıh, hadîs, tıp, astronomi gibi birçok muhtelif alanda maharet sahibiydi. O, meşhur bir fakih olup Ali bin Bâbeviye Kumî (v. hicrî 339)’nin muasırı idi. Meşhur bir tefsire sahiptir. Her ne kadar tefsiriyle şöhret bulmuşsa da, diğer alanlarda da donanımlı bir kimseydi. O, fakihlerden sayılmaktadır (Mutahharî, 1982, s. 78). Zerkelî, İ’lâm’ında Ayyâşî’nin vefat tarihini hicrî 320 yılı olarak zikretmiştir.
Ayyâşî’nin tefsiri, İmâmiyye’nin bu dönemdeki diğer eserleri gibi naklî bir niteliğe sahiptir. Onun tefsirinin sadece yarısı -yani Hamd Sûresi’nden Kehf Sûresi’ne kadar olan bölümü- mevcuttur. Bu tefsir ilk defa hicrî 1280 yılında, Allâme Tabâtabâî’nin mukaddimesi ile Kum’da basılmıştır. Allâme bu tefsirin mukaddimesinde şöyle yazmıştır: “Bu tefsirin yazıldığı tarihten şimdiye dek on bir asır geçmiştir. Ancak tecrübe sahibi büyüklerden hiç kimse bu tefsire bir kusur izafe edememiş, bilakis herkes onu övmüştür.”
3.Et-Tibyân Fî Tefsîri’l-Kur’ân, Şeyh Tûsî, Arapça, Hicrî Beşinci Yüzyıl
Bu tefsir, Şeyh Tâife lakaplı Ebû Cafer Muhammed bin Hasan Tûsî (h. 385 – 460)’nin eseridir. Tibyân, kapsamlı ilk Şiî tefsiridir. Bu tefsirde Kur’ânî ilimlere ve tefsire, ictihâdî bir surette değinilmiştir. Bu yönüyle naklî ve rivayete dayalı tefsirlerden ayrılmaktadır. Bu kitabın müellifi, önceki âlimlerin düşüncelerini ve iddialarını akla dayalı olarak eleştiriye ve analize tâbî tutmuştur. Şeyh Tûsî’nin tefsirdeki yöntemi; âyetlerin manalarını açıklamak ve çeşitli akîdevî-kelâmî sözleri arz etmektir. O, lügavî bahislere, sözcük türetimine ve âyetlerin kırâatine özel bir ilgi duymaktaydı. Önceki ümmetlerin tarihini ve kıssalarını nakledip değerlendirmiş, zayıf olarak telakki ettiği şeyleri reddetmiştir. Bu tefsir Arapça olarak on cilt halinde neşredilmiştir.
4.Tâcü’t-Terâcim Fî Tefsîri’l-Kur’ân Li’l-E’âcim (Tefsîr-İ Esferaynî), Esferaynî, Farsça, Hicrî Beşinci Yüzyıl
Tefsîr-i Esferaynî’nin yazarı Ebu’l-Muzaffer bin Şâhpûr Esferaynî (h. 441)’dir. Bu tefsir Farsça’dır ve beş cilt halinde neşredilmiştir. Kadîm bir eser oluşu ve de âyetlerin tercümelerinde izlenen metottan dolayı, kendisinden sonraki Farsça tefsirler üzerinde etkili olmuştur. Bu tefsir; âyetler arasında bulunan gizli irtibatları, nazmı ve de mevzû’î bağı göstermeye önem vermiştir. Aynı zamanda kıssaları da ayrıntılarıyla işlemiştir.
5.Tefsîrü’t-Tefâsîr (Tefsîri Sûrâbâdî), Atîk Nîşâbûrî, Farsça, Beşinci Yüzyıl
Bu tefsir, hicrî 470 yılında Selçuklu sultanlarından Alparslan zamanında, Ebû Bekir Atîk Nîşâbûrî tarafından yazılmıştır. Kur’ân âyetlerinin tümünü kapsamaktadır. Abdullah bin Abbas’ın rivayetleri esas alınarak oluşturulmuştur. Nesir (düzyazı) açısından sade ve akıcıdır. Hicrî beşinci yüzyılın en kaliteli Farsça nesir örneğidir. En eski nüshası Britanya Kütüphanesi’ndeki Hind Divânı’nda ve Türkiye’nin Bursa şehrinde bulunmaktadır. Son olarak 2002 yılında bu tefsirin Hind Divânı nüshası, İran’da beş cilt olarak yayımlanmıştır.
6.Tefsîrü’l-Keşşâf An Hakâyiki Gavâmizi’t-Tenzîl, Cârullah Zemahşerî, Arapça, Hicrî Altıncı Yüzyıl
Ebu’l-Kâsım Mahmûd bin Amr Hârezmî, hicrî 467 yılında Harezm’in köylerinden birinde dünyaya geldi. Hicrî 538 yılında da Harezm’in köylerinden olan Gorganc’da vefat etti. Zemahşerî, ilk eğitimini, doğum yeri olan köyde babasının ve diğer âlimlerin huzurunda tahsil etmiştir. Daha sonra bu dersleri tamamlamak üzere Harezm, Buhârâ ve Horasan’a gitmiştir. Kısa bir müddet sonra Mekke’ye yolculuğa çıkmış ve uzun bir zaman orada ikamet etmiştir. O diyara olan bağlılığı ve aşkı sebebiyle “Cârullah” lakabını almıştır. Ömrünün sonlarında tekrar doğduğu yere dönmüş ve orada vefat etmiştir.
Zemahşerî, tefekkür ve itikadında Mutezilî olup, açık bir şekilde de bunu ilan etmiştir. Tefsirini de işte bu üslûp üzere inşa etmiştir. O, Arap diline oldukça hakimdi. İrab, lügat ve şiirde olduğu kadar; belâgat, beyân ve nahiv ilimlerinde de tam anlamıyla yetkindi. Zemahşerî’nin bu üstünlüğü ve aynı zamanda sahip olduğu ilmî ve edebî dehâsı, kıymetli bir tefsir olan Keşşâf’ın; belâgatin aydınlığında ve keşfinde, Kur’ân’ın beyânının büyüleyiciliğinde ve cemâlinin güzelliğinde eşsiz olmasını sağlamıştır. O, bu tefsirde sarfî ve nahvî birtakım özelliklere, meânî, beyân, kırâat ilimlerine ve de âyetlerin nüzul sebeplerine değinmiştir. Tefsîr-i Keşşâf, hemen hemen İsrâiliyyât barındırmamaktadır. Bu tefsir Arapça olup dört cilt halinde basılmıştır.
7.Tefsîrü Ravzi’l-Cinân Ve Rûhi’l-Cenân, Ebu’l-Fütûh Râzî, Farsça, Hicrî Altıncı Yüzyıl
Cemâleddîn Ebu’l-Fütûh Hüseyin bin Ali bin Muhammed bin Ahmed Hezâî Râzî (v. hicrî 552), Peygamber (s.a.a)’in meşhur sahabelerinden olan Nâfi bin Bedîl Hezâî’nin torunlarındandır. Hicrî altıncı yüzyılda Rey şehrinde yaşamıştır. Onun tefsiri, Şîa’nın en eski Farsça tefsirlerindendir. Bu kitap daha çok vaaz ve nasihat içermektedir. Bununla beraber sarf, nahiv ve Arap dili hakkındaki açıklamaların yanı sıra; meânî, beyân, şiir ve fıkıh usulü gibi ilimlerde de çeşitli bilgiler ve deliller içermektedir. Bu tefsir, diğer tefsir kitapları arasında üstün bir konuma sahiptir. Bundan dolayı diğer birçok tefsir de bu tefsirin sahip olduğu sağlam temelleri, kendine temel olarak almıştır. Örneğin Fahr-i Râzî, kendi Tefsîr-i Kebîr’ini, Tefsîri Ebu’l-Fütûh Râzî’nin temeli üzerine bina etmiştir.
Ebu’l-Fütûh, kendi tefsir metodunda akıl ve nakilden faydalanmıştır. Haber ve hadîslerin zikrinde de kendini Şiî kaynaklarla sınırlamamış; bilakis hem Şîa’nın, hem de Ehli Sünnet’in külliyâtlarından istifade etmiştir.
8.Mecme’ü’l-Beyân Fî Tefsîri’l-Kur’ân, Emîni’l-İslâm Tabersî, Arapça, Hicrî Altıncı Yüzyıl
Bu tefsirin müellifi, Ebû Ali Fazl bin Hasan bin Fazl Tabersî (h. 468 – 548)’dir. O, Arapça’sı Tabers olan Tefreş şehrindendir. Bu şehir, Sâve yakınlarında mamur bir şehirdi. Emîni’l-İslam Tabersî; fıkıh, kelâm, sîre, tarih ve tefsir gibi zamanın çeşitli ilimlerine kâmilen hakim olup, bunlardan istifade etmiştir. Bu ilimlerde kitaplar ve risâleler kaleme almıştır. Ancak onun ilmî şöhret ve itibarı, tefsir ve Kur’ân ilimleriyle, bilhassa da Mecme’ü’l-Beyân ile hasıl olmuştur.
Mecme’ü’l-Beyân tefsiri, İslam dünyasının en önemli ve en değerli tefsirlerindendir. Şiî ve Sünnî âlimler ona ilgi göstermişler ve tefsir kaynaklarından biri olarak zikretmişlerdir. Ehli Sünnet’in büyük müftüsü Şeyh Şaltût, bu tefsire yazdığı mukaddimede şöyle söylemiştir: “Mecme’ü’l-Beyân, tefsir kitapları arasında eşsizdir. Bu tefsir, konularındaki kapsamlılık, derinlik ve çeşitliliğin yanı sıra, tasnif ve tertip itibariyle de birtakım özelliklere ve ayrıcalıklara sahiptir. Bu durum da onu kendinden önceki ve sonraki eserler arasında benzersiz kılmaktadır.”
Tabersî kendi tefsiri için yedi mukaddime yazmış ve bunlarda Kur’ân âyetlerinin sayısını, meşhur kârilerin isimlerini, tefsir ve te’vilin tanımlarını ve açıklamalarını, Kur’ân’ın isimlerini, Kur’ânî ilimleri, Kur’ân’ı okumanın faziletlerini ve âyetlerin tilâvetlerinin keyfiyetini açıklamıştır. Bunlara ilaveten, Kur’ân’ın tahriften, eksiklikten ve fazlalıktan korunmuş olması konularını da ispata kavuşturmuştur.
Mecme’ü’l-Beyân; kırâat, irab, lügat gibi konuları kapsamakla birlikte; meânî ve beyân gibi bahisleri zikretmek suretiyle âyetlerin nüzul sebeplerini, âyetlerde belirtilmiş olan haberleri, kıssaların şerh ve açıklamalarını da içermektedir. Mecme’ü’l-Beyân birçok konuda Şeyh Tûsî’nin Tibyân’ından etkilenmiştir. Aynı zamanda Tefsîr-i Ebû’l-Fütûh Râzî’den de yararlanmıştır.
9.Mefâtîhü’l-Gayb (Tefsîr-İ Kebîr), Fahri Râzî, Arapça, Hicrî Altıncı Yüzyıl
İbn Hatîb olarak bilinen Fahreddîn Muhammed bin Amr bin Hüseyin Râzî, İslam’ın altıncı asırdaki büyük mütekellim ve müfessirlerindendir. O, aslen Taberistanlı idi. Ancak babası daha sonra Rey’e gelmiş ve Râzî de orada yaşamaya başlamıştır. Bundan dolayı “Râzî” olarak ünlenmiştir. O, tahsiline Merâğe adlı yerde başlamış, daha sonra Harezm’e gitmiştir. Orada Mutezile ile münazaralara tutuşması sebebiyle avâm tabaka onun aleyhine ayaklanmış ve onu oradan ihraç etmişlerdir. Râzî, daha sonra buradan Rey’e dönmüştür.
Râzî, kelâm ve münâzara ilimlerinde oldukça kuvvetliydi. Onun karşısında kimsenin münâzara edecek cür’eti/takati yoktu. Onun dinamik, analitik ve eleştirel düşünce yapısı, İslam dünyasının sesi haline geldi. O kadar ki onu, İmamü’l-Müşekkikîn olarak anmaya başladılar. Onun tefsiri en büyük tefsir kitaplarındandır. Bu eserde müellif, muhtelif ilimlerdeki hakimiyeti ve mahareti sebebiyle Allah’ın kelâmını muhtelif zaviyelerden ele alabilmiştir.
O, bu tefsiri sunarken Eş’arîliğin tefekkürüne mantıksal bir nizam vermiş ve büyük tefsirlerin terazi kefelerindeki mevcut dengeyi, Mutezile tefsirlerinin aleyhine ve Eşâ’ire tefsirlerinin de lehine olacak şekilde değiştirmiştir. Fahri Râzî, Mefâtîhü’l-Gayb adlı tefsirini ömrünün son yıllarında yazmıştır. Dolayısıyla onun tefsiri; ilmî tecrübelerinden ve geride bıraktığı dönemlerdeki fikrî iniş çıkışlarından hâsıl olmuştur. Onun bu tefsiri yazmadaki amacı net değildir. Lâkin bazı şahitlerin ileri sürdüğü nokta şudur: O, medresenin geniş anlamda felsefeye, kelâma ve birtakım teorilere yönelen metodundan sıkılmış ve Kur’ân’a yönelmeyi tercih etmişti. Vefatından birkaç ay önceki vasiyetinde şunları belirtmiştir: “Ben tüm kelâmî ve felsefî yolları deneyimledim; ama onlarda Kur’ân’daki faydayı göremedim.”
Fahri Râzî, hüküm verme konusunda akla yüksek bir makam/önem atfetmekteydi; lâkin hakikatlerin keşfinde irfânî yollardan da gafil değildi. Hadîs ve nakilden oldukça istifade etmiştir. Âyetlerdeki muhtelif kıraatlerle de ilgilenmiştir. O, âyet ve sûrelerdeki nazım, tertip ve tenasübe hatırı sayılır bir özen göstermiştir. Belki de onun, âyetlerin tenasübüne önem veren ilk müfessirlerden olduğu söylenebilir. Mefâtîhü’l-Gayb tefsiri Arapça olarak yazılmış ve sekiz cilt halinde basılıp neşredilmiştir (Fethullahî, 2011, s. 252).
10.Tefsîrü Keşfi’l-Esrâr Ve İddetü’l-Ebrâr, Meybudî Yezdî, Farsça, Hicrî Altıncı Yüzyıl
Bu tefsir, Ebu’l-Fazl Raşîdüddîn Meybudî Yezdî’nin telifidir. O, hicrî beşinci yüzyılın sonları ve altıncı yüzyılın başlarında yaşamaktaydı. Bu tefsir, Hâce Abdullah Ensârî’nin Sîretün fî Tasavvuf adlı tefsirine yazılmış bir şerh niteliğindedir. Keşfü’l-Esrâr, şu an İran üniversitelerinde irfânî metinler unvanıyla tedris edilmektedir. Bu tefsir Farsça’dır ve on cildi şâmildir.
11. Tefsîrü Envâri’t-Tenzîl Ve Esrâri’t-Te’vîl, Beyzâvî, Arapça, Hicrî Yedinci Yüzyıl
Hicrî yedinci asrın meşhur âlimlerinden Kadı Nâsirüddîn Ebu’l-Hayr Abdullah bin Amr bin Muhammed Ali Beyzâvî Şâfiî, Fars eyaletindeki Beyzâ şehrindendir. O, Şiraz’da kadılık görevini üstlenmiş ve daha sonra bu makamdan ayrılarak Tebriz’e gidip burada ikamet etmeye başlamıştır. Hicrî 685 yılında orada vefat etmiştir. Beyzâvî’nin tefsiri neşredildiği ilk günlerden itibaren âlimlerin ve İslamî ilim havzalarının ilgi odağı oldu. Aynı zamanda bu tefsir, tedris ve şerh edilmiş ve üzerine çeşitli haşiyeler/dipnotlar yazılmıştır. Seçicilik ve cümlelerin tebyininde ve müteşâbih âyetlerde sergilenmiş olan takdire şayan dikkat, bu tefsirin özelliklerindendir. Bu tefsir, esas itibariyle Zemahşerî’nin Tefsîr-i Keşşâf’ının bir özetidir. Ancak Fahri Râzî’nin Tefsîr-i Kebîr’inden ve Tefsîr-i Râğıb-ı İsfehânî’den de faydalanılmıştır. Bu tefsirde sahabe ve tâbiînin görüşlerinin ve sözlerinin bir bölümüne rastlanmaktadır. Bu tefsirin ayırt edici özelliği, az bir kısmı dışında İsrâiliyyât’a yer vermeyişidir. Bazen de zikredilen bir rivayetin başında, “(Böyle) Söylemişlerdir.” veya “(Şöyle) Rivayet etmişlerdir.” gibi ifadeler kullanılmıştır. Bu yolla okuyucuya, bu rivayetin zayıf olabileceği bildirilmektedir. Bu tefsir dört cilt olarak yazılmıştır. Otuz beş ciltten fazla şerh ve haşiye bu tefsire yazılmıştır.
12. Tefsîrü Garâibi’l-Kur’ân Ve Rağâibi’l-Furkân (Tefsîr-i Nîşâbûrî), Nizâm A’rac, Arapça, Hicrî Sekizinci Yüzyıl
Bu tefsir, Ehli Sünnet’in birinci derece tefsirlerinden sayılmaktadır. Bu tefsirin müellifi, Nizâm-ı Nîşâbûrî ya da Nizâm-ı A’rac olarak bilinen Hasan bin Muhammed bin Hüseyin’dir. Nizâm, Kum şehrinden idi; ancak Nişabur’da meskûn idi. O, donanımlı bir kimseydi. Matematik ve edebiyat alanlarında telifleri vardır. Yaklaşık olarak hicrî 730 yılında vefat etmiştir. Tefsiri, Tefsîr-i Fahri Râzî ve Keşşâf’tan seçkiler içermekte olup, on cilt halinde basılmıştır (Mutahharî, 1987, s. 401).
13. Tefsîr-i Şerîf Lâhîcî, Şerîf Lâhîcî, Farsça, Hicrî On Birinci Yüzyıl
Bu tefsirin müellifi, Şerîf Lâhîcî olarak meşhur olan Muhammed bin Ali (v. hicrî 1088)’dir. Bu tefsir, dört kalın cilt halinde Farsça olarak yazılmıştır. Her ne kadar Şerîf Lâhîcî’nin hikemî ve felsefî bir tefekkür yapısı olsa da, Hadîs Ehli’nin tasvipleri esasınca kaleme alınmıştır. O, âyetleri kelimesi kelimesine tercüme ettikten sonra, âyetlerle irtibatlı olan rivayetleri zikretmiştir. Tefsirinde Eşâ’ire ve Mutezile’nin kelâmî görüşlerini eleştirip reddetmiş ve tefsirini İmâmiyye Şîası’nın kelâmî akâidine göre temellendirmiştir (Hürremşâhî, 1999, c. 1, s. 718). Şerîf Lâhîcî, tefsirinde Ehlibeyt (a.s) rivâyetlerinin nakil ve beyanına oldukça özen göstermiş ve onların sözlerini Şîa’nın muteber kitaplarından aktarmıştır. Aynı şekilde müfessir, diğer müfessirlerin sözlerine kâmil surette hakim oluşundan dolayı, birçok konuda onların sözleri arasındaki çelişkilere de işaret etmiştir (Şerîf Lâhîcî, 1995, c. 1, Mukaddime).
14. Tefsîr-i Sâfî, Feyz-i Kâşânî, Arapça, Hicrî On Birinci Yüzyıl
Feyz-i Kâşânî olarak bilinen Molla Hasan bin Murtaza (h. 1007 – 1091), hicrî on birinci asırda ilmî, fıkhî ve naklî alanların yüksek sütunlarını/temel direklerini teşkil eden kimselerdendir. O, İslam âlimleri arasında yüce bir makam ve mertebeye sahiptir. Kâşân’da doğmuştur. Bu şehirde ilmî dereceleri katetmiş ve büyük bir üne kavuşmuştur. Feyz-i Kâşânî’nin; Sâfî, Esfâ ve Musaffâ olarak adlandırdığı, büyük, orta ve küçük olmak üzere üç adet tefsiri vardır.
Tefsîr-i Sâfî, Şîa külliyâtının tedavüldeki en büyük ve en meşhur tefsirlerindendir. Müellifi, tefsirin başlangıcına, on iki faslı içine alan bir mukaddime yazmış ve bu mukaddimede Kur’ân’ın çeşitli özelliklerinden, faziletlerinden, âyetleri tilâvet etmenin sevabından, tefsir ve te’vil konularından bahsetmiştir. Bu tefsir, rivâyet ile dirâyetin, aklın ve naklin bir birleşimidir/imtizacıdır. Edebî ve belâğî hususların ortaya konulmasında, Tefsîr-i Beyzâvî’ye özel bir ilgi gösterilmiştir. Bu bağlamda Tefsîr-i Beyzâvî’nin metnindeki ifadelerden istifade etmiştir. Bazen kelimelerin şerhinde ve âyetlerin tefsirinde, bir kelime dahi eklemeksizin Beyzâvî’nin ifadelerini aynen aktarmıştır.
Genel bağlamda bu tefsir; âyetlerin tefsir veya te’villerinin, Ehlibeyt (a.s)’in rivâyetleriyle irtibat halinde olduğu tefsirler arasındadır. Ama ne yazık ki bu tefsirde, çok sayıda İsrâiliyyât ve zayıf hadîs de bulunmaktadır. Bazı konularda da, zâhiren âyetlerin te’vili hükmünde sayılabilecek irfânî sözlere yer verilmiştir.
15. Tefsîrü Kenzi’d-Dakâik Ve Bahri’l-Garâib, Kumî Meşhedî, Arapça, Hicrî On İkinci Asır
Bu tefsirin müellifi, Meşhedî olarak bilinen hicrî on ikinci yüzyıl âlimlerinden Muhammed bin Muhammed Rızâ bin İsmâîl bin Cemâleddîn Kumî (v. hicrî 1125)’dir. O, Kum’da doğmuştur. Meşhedî olarak meşhur olmasının nedeni, Meşhed’de İmâm Rızâ (a.s)’nın kabrinin yakınlarında ikamet edip, ömrünün sonuna dek burada kalmış olmasıdır.
Hakikatte bu tefsir, İmâmiyye Şîası’nın en önemli tefsirlerinin bir özeti şeklindedir. Onun tefsir metodu, akıl ve naklin bir araya getirilmesidir. Nitekim Ehlibeyt (a.s)’ten nakledilen rivayetleri, senetlerini zikrederek aktarmış; daha sonra da kendi düşüncesini veya diğer kitap ve eserlerdeki görüşleri kaleme almıştır. Üstadı Feyz-i Kâşânî’nin metoduna bağlı olduğundan dolayı; irfânî, edebî ve kelâmî mevzularda onun görüşlerini aktarmış ve kendi tefsirinde bunlardan faydalanmıştır.
Bu tefsir, İmâmiyye âlimleri nezdinde özel bir prestije sahiptir. Onlar, bu tefsirin Tefsîr-i Sâfî ve Tefsîrü Nûri’s-Sekaleyn’den bile daha faydalı olduğunu belirtmişlerdir (Akîkî Behşâyişî, 1993, c. 3, s. 372).
16. El-Burhân Fî Tefsîri’l-Kur’ân, Seyyid Hâşim Behrânî, Arapça, Hicrî On İkinci Yüzyıl
Bu tefsirin müellifi, Seyyid Hâşim Behrânî (v. hicrî 1107)’dir. Bu kitap, Ehlibeyt (a.s)’in çok sayıda tefsirî rivayetini kapsamaktadır. Müellif, sûrelerin ismini zikrettikten sonra, nüzûl yerlerine, sûrelerin faziletlerine ve âyet sayılarına işaret etmiştir. Daha sonra, tefsirî rivayetlere sahip olan âyetleri ele almıştır. Müfessir; Kur’ân’ın sırlarının ve hakikatlerinin anlaşılmasında yalnızca Ehlibeyt (a.s)’in tefsirî görüşleriyle yetinilmesi gerektiğine inanmıştır. Zira o, bundan dolayı Ehlibeyt (a.s)’in tefsirî rivayetlerini toplamıştır. Beş cilt halinde Arapça olarak neşredilmiştir (Tehrânî, 1405/1985, c. 3, s. 93).
C – İRAN’DA ÇAĞDAŞ DÖNEM KUR’ÂN-I KERÎM TEFSİRLERİ
Çağdaş dönem tefsirleriyle kastedilen, İran’da hicrî on dördüncü asrın başlangıcı ve sonrasından itibaren yazılan tefsirlerdir. Bu bölümde, bu tefsirlerin en önemlilerini tanıtacağız. Ama tefsirlerin tanıtımına başlamadan önce önemli bir noktanın hatırlatılması gerekir. Ne yazık ki İran’daki Ehli Sünnet topluluklarında, hicrî on ikinci asır ve sonrasından itibaren tefsir alanında yazılmış eserlere pek rastlanmamaktadır. Yirminci yüzyılın son yıllarında patlak veren Soğuk Savaş gerginlikleri ve Ortadoğu ülkelerinin büyük çoğunluğunda gözlemlenen seküler atmosfer, bunun sebeplerinden birkaçı sayılabilir.
Elbette materyalist Batı tefekkürünün tesiri altında kalan İslam ülkelerinde, sosyal ve ekonomik hayat şartlarındaki değişimlerin de bu meselede etkisiz olduğu söylenemez. Görünen o ki, İran’da Ehli Sünnet’in ilmî-dinî havzalarının güçlendirilmesi ve Sünnî mıntakalardaki eğitsel, kültürel ve dinî imgelerin takviye edilmesi, bu eksikliğin telafisinde etkili olabilir. Böylece gelecek y